26 Mayıs 2017 Cuma

Yerküre Sahne-6 / Breaking Bad


Popüler kültüre karşı her zaman çekimser yaklaştığımdan, kaliteli olsa bile popüler olan bir yapımın radarıma girmesi biraz zaman alıyor. Sanırım Breaking Bad’i izlemekte de bu yüzden bu kadar geç kaldım.

Ki ayrıca, bazı eserlerle de çok erken tanışmış olmanın pişmanlığını duyuyorum. Herkesin bir eserden, aynı şeyi anlaması nasıl mümkün değilse; herkesin bir eserden, hayatının her döneminde aynı şeyi anlaması da mümkün değil. Gerekli olgunluğa erişilmeden tanışılan bir eser; fayda umarken zarar verebilir, muhteviyatındaki efsun buhar olabilir ya da Alâaddin’in sihirli lambasından çıkan cinden dilek dileme hakkınız heba olabilir. Dolayısı ile, bu zaviyeden bakıldığında bazı eserlerle tanışmakta geç kalmanız hayrınıza olabilir.

Söylediğim gibi, dünyanın en iyi dizilerinden biri kabul edilen Breaking Bad’i henüz bitirdim. Pişman değilim. Üzerine kelam edilebilecek çok şey olduğundan, ne söyleyeceğimi seçmek bir hayli güç. Ancak, en azından, yıllar sonra da okumaya değer birkaç cümle yazmayı denemek isterim.

Öncelikle, biliyoruz ki dizi işi, zor iştir. Uzun solukludur. İzleyiciyi sadece iki saat değil, yıllarca ve her hafta çekmek icap eder. Senaryodaki hafif bozulmalar, saçma oyunculuklar bir iki hafta da koca bir işi batırabilir ve nihayetinde sonlanmasına sebep olabilir. Bu yüzden, ortaya koyduğunuz işte standardın olması şarttır. Breaking Bad’deki olay da tam olarak budur: Bir dizi için istenen standartların hemen hemen hepsinde mükemmele yakın bir seviye yakalanmış.

Senin için standart nedir diye sorulacak olursa; tek cümle ile, benim için gerçeklik her şeydir, diyebilirim. Bunun içine senaryodaki gerçeklik, oyunculuktaki gerçeklik, dildeki gerçeklik, gösterimi yapılan teknolojideki gerçeklik ve dahasını katabiliriz.

Bu sebepledir ki, yaşanmış bir hikayeyi konu edinen yapımları çok severim. Mefhumu muhalifi ile de söyleyecek olursam; göz kanatan aksiyondan ve fantastik saçmalıklardan hiç haz etmem. Bilim kurguya da ön yargılıyımdır. Bir bilim kurgu filminde hali hazırda mevcut olmayan, sadece hayalden ibaret olan bir teknoloji gösterimi beni rahatsız etmez. Ama en azından teknolojinin, -çok düşük ihtimalli de olsa- gerçeklenebileceğinin izahını ve kurgunun tutarlılık göstermesini isterim.

Tekrar Breaking Bad’e dönecek olursak; diziyi izlerken, birkaç abartılı sahneyle karşılaşmış olsam da mükemmele yakın gerçekliği bulduğumu söyleyebilirim. Kurgusu, senaryosu ve olay örgüsündeki inandırıcılık benzerine az rastlanacak cinstendi.

Oyunculuktan da bahsetmeden olmaz. Gayet tabii, bu husus da doğrudan gerçeklikle ilgili. Breaking Bad’i izlediğinizde, oyuncuların dizideki karakterlerden farklı insanlar olabileceğini, set dışında başka bir hayatları olduğunu düşünmüyorsunuz. Duyguların aktarımı, jest ve mimikler, tavırlar ve gereken daha ne varsa, hepsi çok etkileyici seviyedeydi.

Zaten, kadroda sadece parlak bir iki karakterin değil, onlarca nev-i şahsına münhasır karakterin olması her işi büyülü kılar. Breaking Bad’de de bu büyünün yakalandığını daha birkaç bölüm izlediğinizde anlayabiliyorsunuz.

Ayrıca bir dizinin sizi kendisine çekip, hapsettiğinin en sarih görünümü duygu değişikliklerine verdiğiniz tepkilerdir. Eğer babaanneler gibi günlük yayın yapan dizilerde bile ağlayıp, heyecanlananlardan değilseniz; ruh hali grafiğiniz (varsa tabi öyle bir şey) öyle kolay kolay zikzaklar çizmez. Sadece iyi yapımlarda görülen bu duygu geçişleri, tabi ki Breaking Bad’de de mevcuttu. Bir bölümde duygulanırken, bir bölümde gerilebiliyor, bir sahnede kahkaha atarken, bir sahnede kendinizi diziden kopmuş, içiniz kararmış şekilde uzaklara dalmışken bulabiliyorsunuz.

Ve son olarak, diziyi özel kılan şey ise, sanırım verdiği mesaj. Verdiği mesajı özel kılan şey de belirsizliği, her izleyicinin kendi yorumuyla farklı bir çıkarımda bulunabilecek olması. Çünkü mesaj; kolayca ifade edilebilecek basit bir cümleden ibaret değil. Mesaj; bir felsefe, bir ruh, belki de bir paradoks. Mesaj; cevabı verilmesi güç sorular zinciri.

İnsan, neden kötü olur? İnsan, nasıl kötü olur? Kötülük sübjektif midir? Objektif bir kötülük tanımı var mıdır? Kötülüğün, kötülük sayılmadığı haller var mıdır? İnsan, kimin için yaşar? Suç nedir? Suç ve suç olmayanın arasındaki sınırı kim çizer? Suç mekana ve zamana göre değişir mi? Suç sübjektif midir? Sübjektif olan adil olabilir mi?... gibi onlarca soru, dizi bittiğinde sizde kalanlar oluyor. 

Şimdi unutulmaz birkaç replik;

“Ben tehlikede değilim Skyler, tehlike benim! Adamın biri çalan kapıyı açınca vuruluyor ve sen benim o adam olduğumu mu sanıyorsun? Hayır! Ben kapıyı çalanım! / I am not in danger, Skyler. I am the danger. A guy opens his door and gets shot, and you think that of me? No! I am the one who knocks!”

“Jesse James’i vurmuş olman, seni Jesse James yapmaz. / Just because you shot Jesse James, don’t make you Jesse James.”

“Benimle dövüşün ve geberin! / Fight me and die!”

“Umarım onun ölümü sizi tatmin edebilir. / May his death satisfy you”

“Aile her şeydir. / La familia es todo.”

“Adımı söyle. / Say my name.”

“Çeneni kapat da huzur için öleyim. / Shut the fuck up and let me die in peace.”


Ve puanım; 9