26 Mayıs 2017 Cuma

Bak Ne Demişler-6

"Cehennem, insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir."
-Fyodor Mihailovic Dostoyevski

Afili Sözlük-13


Behemehâl: Ne yapıp edip, mutlaka

"Bütün bunlara bakıp hakikaten hayatımı, mühim, anlatılması behemehâl lazım gelen bir şey sandığıma, ona olduğundan fazla bir değer verdiğime inanmayınız." -A.H.Tanpınar/Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Afili Sözlük-12



Hülâsa: Özet, kısaca

"Yumuşak ve uysal, merhametli, sefaleti tatmış tabiatım ikide bir işe karışıyor, lafımı kesiyor, kararlarımı değiştiriyordu. Hülâsa birbiri arasından düşünen, karar veren, konuşan bir adam olmuştum." -A.H.Tanpınar/Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Yerküre Sahne-6 / Breaking Bad


Popüler kültüre karşı her zaman çekimser yaklaştığımdan, kaliteli olsa bile popüler olan bir yapımın radarıma girmesi biraz zaman alıyor. Sanırım Breaking Bad’i izlemekte de bu yüzden bu kadar geç kaldım.

Ki ayrıca, bazı eserlerle de çok erken tanışmış olmanın pişmanlığını duyuyorum. Herkesin bir eserden, aynı şeyi anlaması nasıl mümkün değilse; herkesin bir eserden, hayatının her döneminde aynı şeyi anlaması da mümkün değil. Gerekli olgunluğa erişilmeden tanışılan bir eser; fayda umarken zarar verebilir, muhteviyatındaki efsun buhar olabilir ya da Alâaddin’in sihirli lambasından çıkan cinden dilek dileme hakkınız heba olabilir. Dolayısı ile, bu zaviyeden bakıldığında bazı eserlerle tanışmakta geç kalmanız hayrınıza olabilir.

Söylediğim gibi, dünyanın en iyi dizilerinden biri kabul edilen Breaking Bad’i henüz bitirdim. Pişman değilim. Üzerine kelam edilebilecek çok şey olduğundan, ne söyleyeceğimi seçmek bir hayli güç. Ancak, en azından, yıllar sonra da okumaya değer birkaç cümle yazmayı denemek isterim.

Öncelikle, biliyoruz ki dizi işi, zor iştir. Uzun solukludur. İzleyiciyi sadece iki saat değil, yıllarca ve her hafta çekmek icap eder. Senaryodaki hafif bozulmalar, saçma oyunculuklar bir iki hafta da koca bir işi batırabilir ve nihayetinde sonlanmasına sebep olabilir. Bu yüzden, ortaya koyduğunuz işte standardın olması şarttır. Breaking Bad’deki olay da tam olarak budur: Bir dizi için istenen standartların hemen hemen hepsinde mükemmele yakın bir seviye yakalanmış.

Senin için standart nedir diye sorulacak olursa; tek cümle ile, benim için gerçeklik her şeydir, diyebilirim. Bunun içine senaryodaki gerçeklik, oyunculuktaki gerçeklik, dildeki gerçeklik, gösterimi yapılan teknolojideki gerçeklik ve dahasını katabiliriz.

Bu sebepledir ki, yaşanmış bir hikayeyi konu edinen yapımları çok severim. Mefhumu muhalifi ile de söyleyecek olursam; göz kanatan aksiyondan ve fantastik saçmalıklardan hiç haz etmem. Bilim kurguya da ön yargılıyımdır. Bir bilim kurgu filminde hali hazırda mevcut olmayan, sadece hayalden ibaret olan bir teknoloji gösterimi beni rahatsız etmez. Ama en azından teknolojinin, -çok düşük ihtimalli de olsa- gerçeklenebileceğinin izahını ve kurgunun tutarlılık göstermesini isterim.

Tekrar Breaking Bad’e dönecek olursak; diziyi izlerken, birkaç abartılı sahneyle karşılaşmış olsam da mükemmele yakın gerçekliği bulduğumu söyleyebilirim. Kurgusu, senaryosu ve olay örgüsündeki inandırıcılık benzerine az rastlanacak cinstendi.

Oyunculuktan da bahsetmeden olmaz. Gayet tabii, bu husus da doğrudan gerçeklikle ilgili. Breaking Bad’i izlediğinizde, oyuncuların dizideki karakterlerden farklı insanlar olabileceğini, set dışında başka bir hayatları olduğunu düşünmüyorsunuz. Duyguların aktarımı, jest ve mimikler, tavırlar ve gereken daha ne varsa, hepsi çok etkileyici seviyedeydi.

Zaten, kadroda sadece parlak bir iki karakterin değil, onlarca nev-i şahsına münhasır karakterin olması her işi büyülü kılar. Breaking Bad’de de bu büyünün yakalandığını daha birkaç bölüm izlediğinizde anlayabiliyorsunuz.

Ayrıca bir dizinin sizi kendisine çekip, hapsettiğinin en sarih görünümü duygu değişikliklerine verdiğiniz tepkilerdir. Eğer babaanneler gibi günlük yayın yapan dizilerde bile ağlayıp, heyecanlananlardan değilseniz; ruh hali grafiğiniz (varsa tabi öyle bir şey) öyle kolay kolay zikzaklar çizmez. Sadece iyi yapımlarda görülen bu duygu geçişleri, tabi ki Breaking Bad’de de mevcuttu. Bir bölümde duygulanırken, bir bölümde gerilebiliyor, bir sahnede kahkaha atarken, bir sahnede kendinizi diziden kopmuş, içiniz kararmış şekilde uzaklara dalmışken bulabiliyorsunuz.

Ve son olarak, diziyi özel kılan şey ise, sanırım verdiği mesaj. Verdiği mesajı özel kılan şey de belirsizliği, her izleyicinin kendi yorumuyla farklı bir çıkarımda bulunabilecek olması. Çünkü mesaj; kolayca ifade edilebilecek basit bir cümleden ibaret değil. Mesaj; bir felsefe, bir ruh, belki de bir paradoks. Mesaj; cevabı verilmesi güç sorular zinciri.

İnsan, neden kötü olur? İnsan, nasıl kötü olur? Kötülük sübjektif midir? Objektif bir kötülük tanımı var mıdır? Kötülüğün, kötülük sayılmadığı haller var mıdır? İnsan, kimin için yaşar? Suç nedir? Suç ve suç olmayanın arasındaki sınırı kim çizer? Suç mekana ve zamana göre değişir mi? Suç sübjektif midir? Sübjektif olan adil olabilir mi?... gibi onlarca soru, dizi bittiğinde sizde kalanlar oluyor. 

Şimdi unutulmaz birkaç replik;

“Ben tehlikede değilim Skyler, tehlike benim! Adamın biri çalan kapıyı açınca vuruluyor ve sen benim o adam olduğumu mu sanıyorsun? Hayır! Ben kapıyı çalanım! / I am not in danger, Skyler. I am the danger. A guy opens his door and gets shot, and you think that of me? No! I am the one who knocks!”

“Jesse James’i vurmuş olman, seni Jesse James yapmaz. / Just because you shot Jesse James, don’t make you Jesse James.”

“Benimle dövüşün ve geberin! / Fight me and die!”

“Umarım onun ölümü sizi tatmin edebilir. / May his death satisfy you”

“Aile her şeydir. / La familia es todo.”

“Adımı söyle. / Say my name.”

“Çeneni kapat da huzur için öleyim. / Shut the fuck up and let me die in peace.”


Ve puanım; 9

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Afili Sözlük-11



Ahval: Durumlar, Haller, Olaylar

"Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır"- K.Atatürk

Afili Sözlük-10


Bittabi: Doğal olarak, Elbette

"Buna bittabi icabı gibi cevap verildi." - K.Atatürk

21 Mayıs 2017 Pazar

İyi Kitaplar İyi Ki Varlar-4 / İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar

Tarih, çoğu kez bir kronik hazırlayıcısı gibi titiz bir çalışmayla gerçek olayları halkalar gibi art arda ekleyip binlerce yılı saran dev bir zincir oluşturur; her türlü heyecan ve gerilim için bir hazırlık dönemi, her gerçek olay için de bir oluşum süreci gereklidir. Bir ulusun içinden bir dâhini çıkabilmesi için milyonlarca insanın dünyaya gelmesi gerekli olmuş, gerçek bir tarihsel olayın, yani yıldızın parladığı anların oluşması için de milyonlarca saat beklemek zorunda kalınmıştır. 

Çağları aşan bir kararın bir tek takvime, bir tek saate ve çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı böylesine trajik ve yazgıyı belirleyici anlara, bireylerin yaşamında ve tarihin akışı içinde çok ender rastlanır. Ben böyle anları, ‘’insanlığın yıldızının parladığı anlar’’ diye adlandırdım; çünkü onlar, tıpkı yıldızlar gibi hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutmaktadır.

İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar, Avusturyalı yazar Stefan Zweig’in kaleme aldığı önsözdeki bu cümlelerle başlıyor ve kitapta bir insanın ya da insanlığın yazgısının değiştiği on dört kırılma noktası on dört ayrı bölümde anlatılıyor.

Romanları pek çok okur tarafından sevilen Stefan Zweig’in, tarih/biyografi türünde yazdığı bu kitabında kullandığı dil, teşbihler, betimlemeler onun ne kadar önemli bir yazar ve anlatıcı olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Okurken anlamak, sindirmek için çok kafa patlatmadığınız, daha ziyade hoşça vakit geçirebileceğiniz ve bir çırpıda okuyabileceğiniz “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar”da anlatılan tüm olaylar gayet ilgi çekici olmakla birlikte birkaç bölüm bir adım öne çıkıyor.

Bir Batılının ağzından daha önce duymaya alışık olmadığımız bir bakış açısıyla anlatılan İstanbul’un Fethi, Güney kutbunu keşfetmeye çalışan ekibin dramatik sonu, dünyada ilk kez ABD’den İngiltere’ye kadar okyanusun altından telgraf kablosu döşenmesi ve Amerika ile Avrupa arasında hızlı iletişimin sağlanması, Napolyonun İngilizlere kaybettiği ve Avrupa’nın kaderinin belirlendiği Waterloo Savaşı, büyük bestekâr Handel’in ilginç yaşam öyküsünün akılda en kalıcı olan bölümler olduğu söylenebilir.

Ancak kanımca yazarın zirveyi yakaladığı bölüm; savaş ya da ganimet elde etme gibi bir saikle değil sadece bilim için Güney Kutup Noktasını keşfe çıkan İngiliz Donanmasında kaptan olan Scott ve ekibinin, kendilerinden çok kısa bir süre önce Norveçli bir başka ekibin Güney Kutup Noktasına vardıklarını öğrendiklerinde duydukları hayal kırıklığı, ölümleriyle sonuçlanan dönüş yolu ve son günlerini yaşadığını bilen Kaptan Scott’un ardında bıraktığı mektupların okurla paylaşıldığı “Güney Kutbu İçin Savaşım” başlıklı bölümdü. Özü itibari ile zaten trajedik olan olay, Zweig’in anlatımı ile birleşince çok daha sarsıcı olmuş. Hatta anlatılanın tesiri ile kitabı bir kenara koyup bu olay hakkında birkaç tarih okuması yaptığımı da söyleyebilirim.

Şimdi birkaç alıntı;

“İspanyol sömürgecilerinin kişilik ve davranış biçimlerindeki bu anlaşılmaz çelişki bir kere daha kendini gösterir. Koyu birer Hıristiyan olan bu insanlar, bir yandan dindarlık ve inanç bütünlüğü içinde, içten gelen bir duyguyla Tanrı’ya seslenirler, öte yandan da insanlık tarihin gördüğü en rezil davranışları yine bu Tanrı adına sergilerler.”

“Barış dönemlerinin sürekli olmadığı, aklın üstün geldiği anların çok kısa olduğu, tarihsel bir gerçektir.”

“İnsanların, çağdaşları bir insanın ya da bir yapıtın büyüklüğünü ilk bakışta anladıkları pek görülmemiştir.”

“Bir yapıtı oluşturan deha, kesinlikle uzun süre gizli kalmaz. Bir sanatsal yapıt zaman içerisinde unutulabilir, yasaklanabilir ve hatta bütünüyle yok edilebilir. Ancak yaratılmasında var olan cevher, ölümsüz kalmasını sağlamayı her zaman bilmiştir.”

“Yazgı hep güçlülerden ve zorbalardan yanadır. Tek bir kişiye yıllar boyu kul köle olur. Ceaser, Büyük İskender ve Napoleon’lara olduğu gibi; çünkü o, kendisine benzeyen, ele avuca sığmaz insanları sever. Bazen yazgının kendisini tuhaf bir biçimde önemsiz birine bıraktığı da olur ve –bu, dünya tarihinin en şaşılacak ânıdır- ipler, yalnızca birkaç dakika için onun eline geçer. Fakat böylesi insanlar, kendilerini yiğitliklerle dolu bir büyük oyunun içine sokan bir sorumluluk seli içinde mutlu olmaktan çok korku duyarlar ve bu yazgı oyununun sağladığı olanaklardan yararlanarak kendilerini yüceltmek isteyenlere de rastlanır. Çünkü yücelik, böylesine önemsiz kişilere yalnızca tek bir saniye kendisini bırakır, bunu elinden kaçıranı ise asla bağışlamaz ve ikinci bir kez ona bu olanağı tanımaz.”

“Müzik, ruhun kanatlarını açar.”

“Eğer insanlık, bu büyük birliği sürekli bozmaya çalışmamış, kendisine yaşama egemen olma gücü vermiş olan araçlarla kendi kendisini yok etme çılgınlığına kapılmamış olsaydı, mekana ve zamana karşı yarışta kazandığı zaferle sonsuzca mutlu olurdu.”

“Bir kez ödün veren, bir daha bundan geri duramaz. Uzlaşılar zorunlu olarak yeni uzlaşıları beraberinde getirir. Ahlaksızlık ahlaksızlığı, şiddet de şiddeti yaratır.”

Son olarak puanım ise; 7.3



15 Mayıs 2017 Pazartesi

Muhatapsız Tiratlar-2



Sus.
Duyan olur gözyaşlarını.
Şelale misali.

T.

2 Mayıs 2017 Salı

İyi Kitaplar İyi Ki Varlar-3 / Simyacı



İlk kez yıllar önce tanıştığım masalsı bir roman olan Simyacı’yı ikinci kez okudum.

Pek çok yazar, öldükten sonra tanınır olmuş ve pek çok kitap, yazarı öldükten sonra klasik haline gelmiştir. Ancak bu genel durumun aksine Brezilyalı yazar Paulo Coelho, hayattayken popüler olan şanslı bir yazar; Simyacı ise müellifi hayattayken klasik olmuş şanslı bir roman olarak edebiyat dünyasında yerlerini korumaktalar.

Bir çobanın hayatın manasını arayışını konu edinen romanın mesajı kahramanlardan birinin ağzından okuyucuyla paylaşılıyor: Bir şeyi gerçekten istersen, onu gerçekleştirmek için bütün evren iş birliği yapar.

Bizim gibi mistik ögeleri barındıran efsaneleri, dersler çıkarılacak menkıbeleri bol olan bir kültür için çok da özgün bir hikaye anlatmıyor aslında Simyacı. Zaten kitabın kapağında romanın Mevlana’nın Mesnevisinde geçen bir öyküden esinlenerek yazıldığı belirtiliyor.

Ancak insanların pek çoğu; hayatının bir döneminde psikolojik problemler yaşamış, yaşam enerjisini ve isteğini kaybetmiş, kendisini boşlukta hissetmiştir. Bu derin boşluktan kurtulmak adına arayış içerisinde olan insana bazen bir başka insan bazen bir olay bazen bir kitap kılavuz olmuştur.

Simyacının popülerliğinin sebebinin de pek çok insana rehberlik, kılavuzluk etmiş olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Simyacı gibi kitaplar; bir rehbere ihtiyacı olmayan ya da hali hazırda bir rehberi olanlar için sadece bir tebessüm vesilesi iken, boşluktan kendisini kurtaracak eli bekleyenler için başucu kitabıdırlar.  İşte bu yüzden her zaman çok etkilenmesem de duru ve net bir mesajı olan ve kılavuz olabileceğini değerlendirdiğim bu tarz kitapları okumayı hep tavsiye ettiğim gibi Simyacının da herkes tarafından okunmasını salık veriyorum.


Lafı daha fazla uzatmadan Simyacı’dan birkaç alıntı yapalım:

"Bir çoban, kurt ya da kuraklık tehlikesiyle her zaman karşı karşıyadır; ama, çobanlık mesleğini çekici kılan da budur zaten."

"Her gün birlikte olmak gereksinimi duymaksızın, insan her zaman yeni dostlar edinir. Papaz okulunda olduğu gibi, insan her zaman aynı insanları görürse, bunları yaşamının bir parçası saymaya başlar. İyi, ama bu kişiler de bu nedenler, yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü, efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır. Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez."

"Kız için bütün günler birbirinin aynıydı ve bütün günler birbirine benzediği zaman da insanlar, güneş gökyüzünde hareket ettikçe, hayatlarında karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varamaz olurlar."

"Parası olan insan hiçbir zaman tamamen yalnız değildir." 

"Sözcüklerin ötesinde bir dil var."

"Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak."

"Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat  ırmağının akış yönünü değiştiremez."

"İster hayatımız, ister ekin tarlalarımız olsun, sahip olduğumuz şeyleri yitirmekten korkarız. Ama hayat hikayemiz ile dünya tarihinin aynı El tarafından yazılmış olduğunu anladığımız zaman, bunu anlar anlamaz, bu korku uçup gider."

"Delikanlı İngiliz'e, -Kervanlara daha çok dikkat etmelisiniz, dedi. Dolambaçlı bir yol izliyorlar, ama hep aynı noktaya gidiyorlar.  
+Siz de dünya konusunda daha çok şey okumalısınız, diye yanıtladı İngiliz. Kitaplar tıpkı kervanlara benzer." 

"Kim ve ne olursa olsun, yeryüzünde her insan, her zaman, dünya tarihinde başrolü oynar. Ve doğal olarak o bilmez bunu."

Puanım ise; 7.5