21 Ekim 2017 Cumartesi

Yerküre Sahne-20 / The Wire



2002-2008 yılları arasında HBO kanalında yayınlanan The Wire, Birleşik Devletlerin Maryland Eyaleti Baltimore Şehrindeki bir uyuşturucu çetesi ile polis arasındaki kovalamacayı konu ediniyor.

Oyuncu kadrosunda Dominic West, Idris Elba, Wendell Pierce, Michael K. Williams, Lance Reddick gibi isimlerin yer aldığı 60 bölümlük dizide oyuncular ve ana tema değişmese de hikaye; her sezon emniyet, yargı, siyaset, eğitim, basın, sendika camiası gibi farklı toplumsal alanları merkezine alarak ilerliyor.

Diğer bütün detaylarında olduğu gibi konusu ve olay örgüsündeki gerçekçilik ile televizyon tarihinin en kaliteli yapımlarından biri -kimi otoritelere göre en iyisi- olan The Wire çıtayı başka hiçbir yapım tarafından ulaşılamamış bir seviyeye yükseltiyor. Olağanüstü, tesadüfi, zorlama, tek bir sahnenin dahi bulunmadığı dizideki bu inanılmaz gerçekçilik uzun yıllar Baltimore Sun gazetesinde polis muhabiri olarak çalışan David Simon’ın dizinin yapımcılığını ve senaristliğini üstlenmesinden kaynaklanıyor.

Gazetecilik tecrübesine Baltimore gözlemlerini ekleyen Simon sanki bir diziyi değil de belgeseli seyirciyle buluşturuyor.  Dolayısı ile bu sosyolojik misyonu ile The Wire’ın suçla mücadele, bürokrasiyi tanıma ve anlama, yargının üstünlüğü ve hukuku dolaşanlar hakkında fikir edinme gibi konular ve suçun tam anlamıyla önlenememesi, herkesin yararına gözüken faaliyetlerin sürekli engellerle karşılaşması gibi pek çok sorun hakkında ilgilisine ders diye izletilebileceği gönül rahatlığıyla söylenebilir.  

Ayrıca Maryland/Baltimore özelinde ABD yönetim yapısı, hukuku, eğimi, medyası, siyaseti üzerinden Amerikan Rüyasına sert bir sistem eleştirisi yapılıyor. Bu eleştiriyi yaparken diğer herkes kadar politikacılara da dokundurmasına rağmen dizinin en büyük hayranlarından birinin iki dönem ABD Başkanlığı yapan Barack Obama olması dizinin gerçekçiliğini ve tutarlılığını anlamak adına büyük anlam ifade ediyor.

Aslında dizide ele alınan meselenin sadece ABD’nin bir şehri ya da ABD’den ibaret olduğunu söylemek de yanlış olacaktır. Dizi işlediği evrensel konularla bir toplum olarak insanlığa ayna tutuyor. Hem varoşların, gettoların, suçun olduğu tüm sokaklar ve ince hesapların yapıldığı tüm düzenleri anlatıyor hem de insanların nasıl manipüle edildiğini, o hep gözden kaçan büyük resmin nasıl oluştuğunu, madalyonun öteki yüzünde neler olduğunu görmenizi sağlıyor.

Konunun kaya gibi sağlamlığının yanı sıra gerçekçilik, doğallık ve samimiyet dizinin her detayında göze çarpıyor. Örneğin günlük hayatta olmayan sesler diziye mümkün olduğunca hiç dahil edilmemeye çalışılıyor ve korna sesi, siren sesi, gece kulübünde çalan müzik, sokaktaki konuşmalar gibi doğal seslerin dışında hemen hemen hiçbir müzik ve ses kullanılmıyor.

Bununla beraber kadrosunda yıldız olarak nitelendirilecek hiçbir oyuncu olmasa da oyunculukta zirveye ulaşılıyor. Kalabalık sayılacak kadrosundaki her bir aktör ve aktris işini harika yapıyor. Başrol oyuncusunun olmadığı dizide herkes rollerini değil de gerçekten kendi mesleklerini icra edercesine, oyuncu olduklarına inanmak istemeyeceğiniz kadar iyi bir iş çıkarıyor. Örneğin onlarca sahnede çocuk oyuncular yer alıyor ama hiçbirinin oyunculuğu sırıtmıyor, hiç biri size yapmacık gelmiyor. Oyunculuklardaki bu gerçekçiliği bir yerden sonra sadece takdir etmiyor yakalanan bu eşiğe hayret ediyorsunuz. Ancak oyunculardan bir kısmının gerçekten uyuşturucu kullananlar, suç işleyenler, sokak geçmişi olanlardan oluştuğunu öğrendiğinizde bu samimiyeti biraz anlamlandırabiliyorsunuz.

Başarılı olay örgüsü ve oyunculuklarla doğru orantılı olarak karakter gelişimi de çok başarılı şekilde ele alınıyor. İlk sezondan son sezona kadar gözlemlediğiniz karakterin acılarını, problemlerini tıpkı bir arkadaşınızı anlar gibi anlıyor neşesine, hayallerine ortak oluyorsunuz. Ayrıca birden fazla sivrilen karakter var ve hiç biri mükemmel değil. Ön plandaki karakter mükemmel işer yapıp seyirciyi hayran bırakıp sonra hiç beklenmedik hatalar yapabiliyor. Yani dizide tıpkı gerçek hayattaki gibi iyilerin mutlak iyi, kötülerin mutlak kötü olmadığı bir dünya inşa ediliyor. 

Ve nihai olarak çok başarılı ilerleyen dizi finaliyle de sizi hayal kırıklığına uğratmıyor bilakis satır aralarında gizli mesajını tabiri caizse sesli bir şekilde haykırarak izleyiciye veda ediyor. Ki zaten The Wire’ı en önemli kılan unsurlardan biri de anlatım tekniği, senaryosu, çekimleri ve oyunculuklar gibi teknik başarılarının yanı sıra etkili ve çarpıcı bir önermesinin olması. Dolayısı ile dizi bittiğinde sadece sinemacılık ya da televizyonculuk anlamında çok başarılı bir eser seyretmiş olmuyor belki hayatınızı etkileyebilecek bir ders, ufuk, vizyon ve bakış açısı kazanıyorsunuz.

Son olarak bana hakkında bu kadar kelam ettiren The Wire’a 9.1 puan veriyor ve bu efsane diziyi efsaneleştiren bir diğer öge olan derin ve unutulmaz repliklerini not ediyorum.

“Dünyada bedavadan daha pahalı bir şey yoktur.”

“Hayat nedir bilir misin? Hayat, hiçbir zaman gelmeyecek anları beklediğin şeydir.”

“Bırak gerçek seni özgür kılsın.”

“Paranın sahibi olmaz, sadece harcayanı olur.”

“Akıllı bir adam suyu geçmeyi öğrenene kadar köprüleri yıkmaz.”

“Yalan büyüdükçe, inananı daha çok olur.”

“-Uyuşturucu savaşında ayrı ayrı vahşet vakalarıyla uğraşıyoruz.
+Kızım buna savaş diyemezsin.
-Nedenmiş?
+Savaşların sonu olur.”

“-Eğer oynamazsan kaybetmezsin.
+Ben hep oynamazsan kazanamazsın diye duymuştum.
-Bu hileli bir oyun. Eğer oynamazsan kaybetmezsin.”

“Bu adaletle ilgili değil, parayla ilgili.”

“Bu şehirde seçim kampanyası posterleri ile suçlu fotoğrafları arasında ince bir çizgi var.”

“Uyuşturucu kovalarsan uyuşturucu yakalarsın. Ama parayı kovalarsan işin ucunun nereye gideceğini bilemezsin.”

“Bu doğanın gücü. Her kim olursan ol rüzgarlı bir günde yapraklar uçuşur.”
 “Bütün gününü yavru köpeklerle yuvarlanarak geçirirsen gece olduğunda kurtlarla nasıl dans edersin?”

“-Kim kazanıyor?
+Kimse kazanmaz. Sadece bir taraf yavaşça kaybeder.”

“Temiz bir masa hasta bir ruhun işaretidir.”

 “-Eğilmeyen dal kırılır.
+Çok fazla eğiliyorsan zaten kırılmışsın demektir.”

“Beni bu iş için doğru kişi yapan şeyler belki de beni diğer her şey için kötü yapan şeylerdir.”

“-Şu çocuk hakkında ne düşünüyorsun?
+Oldukça zayıf.
-Hayır, zayıf değil. Bu, onun başlangıç noktası.”

“-Ahlak nedir bilmezsin, değil mi? Şiddet ve uyuşturucu ticaretinin kötülüğüyle besleniyorsun. Şehrimizin kanını emenlerden çalıyorsun. Bu kenelerden besleniyorsun.
+Tıpkı senin gibi.
-Anlamadım?
+Bende silah var, sende evrak çantası. Bunların hepsi aynı oyunun bir parçası değil mi?”

“-Oyun değişti.
+Oyun aynı. Sadece daha şiddetli oldu.”

19 Ekim 2017 Perşembe

Afili Sözlük-30


Tevatür: Yaygın söylenti

“Eğer bu derece tevatür olmamış olsaydı, bu alışverişten çoktan vazgeçecekti.”
-E. E. Talu.

18 Ekim 2017 Çarşamba

Bak Ne Demişler-17



"İnsanlar yalnızca yaşamın amacının mutluluk olmadığını düşünmeye başlayınca mutluluğa ulaşabilirler."
-George Orwell

16 Ekim 2017 Pazartesi

Yerküre Sahne-19 / Arabesk


Oyuncu kadrosunda Şener Şen, Müjde Ar, Uğur Yücel, Necati Bilgiç, Tarık Pabuççuoğlu, Rasim Öztekin gibi önemli isimlerin yer aldığı 1988 yapımı Arabesk, kavuşamayan iki aşığın hikayesini konu ediniyor.

Ertem Eğilmez’in ölmeden önceki son günlerinde kurguladığı hikaye Gani Müjde tarafından senaryolaştırıyor  ve film Ertem Eğilmez tarafından yönetiliyor.

Türk sinemasının ilk absürt komedisi olan eser, “Şimdi sizlere büyük… çok büyük… belki de en büyük bir aşkın hikayesini anlatacağım.” cümlesiyle başlayıp ilk saniyesinden son saniyesine kadar saçma olaylar silsilesi halinde devam ediyor.

Filmde Yeşilçam klişeleri ve melodramlar alaycı bir şekilde hicvedilirken dönemin sinema anlayışına ironik bir dille eleştiri getiriliyor. Türk Sineması’nın en büyük yönetmenlerden biri olan Ertem Eğilmez’in son eseri olması hasebiyle de Arabesk’in bir özeleştiri filmi olduğu söylenebilir.

Ayrıca absürt ve eleştirel komedi türündeki film; 70’li ve 80’li yıllardaki, arabesk sanatçılarının başrolde oynadığı ve “damar” şarkılar eşliğinde ilerleyen ve benzer konuları işleyerek kendini tekrarlayan filmlere nazire yaparcasına, sözlerini Aysel Gürel’in yazdığı, müziklerini Atilla Özdemiroğlu’nun yaptığı arabesk şarkılar eşliğinde ilerleyerek müzikal komedi hüviyetine bürünüyor.

Sinema ve televizyon sektöründe bugün dahi klişelerden beslenen, dahası klişeler üzerine inşa edilen sayısız yapım olduğunu düşündüğümüzde gerek dönem filmlerine karşı protest bir tavır takınması, gerek büyük bir oyuncu kadrosuyla daha önce denenmemiş bir komedi anlayışını benimsemesi, gerekse Türk Sinemasına kazandırdığı birçok unutulmaz eserini alaycı bir şekilde eleştirmesi ile Ertem Eğilmez’in Arabesk’ini ne kadar cesurca ve samimi bir şekilde ortaya çıkardığını daha iyi anlıyoruz. 

Son olarak çekildiği dönemin çok ilerisinde bir anlayış ve vizyona sahip olduğunu düşündüğüm  filme 7,7 puan veriyorum.     


13 Ekim 2017 Cuma

Bak Ne Demişler-16



"En tehlikeli insan tipi; az anlayan, çok inanandır."
-Anton Çehov

11 Ekim 2017 Çarşamba

Muhatapsız Tiratlar-10


Bir uçak penceresinden şehirlere bakar gibi bakarlar fikirlere. Bulutlar vardır arada. Mütefekkirin hayal caddeleri ve ümit sokakları uzak ve bulanıktır, insanları ise hiç gözükmez.

T.

10 Ekim 2017 Salı

Yerküre Sahne-18 / Changeling



Film seyretme hususunda seçici davranır, izleyebileceğimi düşündüğüm film hakkında küçük bir ön araştırma yapar, imdb puanına bakarım. Belirlediğim filmi izlerken de hiçbir detayı gözden kaçırmamaya ve çok yönlü izlemeye çalışırım. Beğendiklerim hakkında izledikten sonra daha detaylı araştırma yapar ve ölümsüzlüğü yakalaması için filmden bana kalanları not ederim.

Her ne kadar çok beğensem, sinemacılık adına çok başarılı bulsam ve hakkında uzunca yazılar yazsam da her eser bende aynı etkiyi uyandırmaz, pek azı yüreğime tesir eder. Clint Eastwood’un yönetmenliğini yaptığı, 2008 yapımı Changeling de beni derinden etkileyen filmlerden biri oldu.

Pek çok konuda başarılı olsa da filmin bu kadar tesirli olmasının temel sebebinin gerçek bir hikayeyi konu edinmesi olduğunu düşünüyorum.

Örneğin filmi izlerken anlatılanları abartılı buluyorsunuz ancak daha sonra hatırlıyorsunuz ki tüm bunlar yaşandı, bu gerçek bir hikaye.

Kötü insanların kötülüklerinin izleyici de nefret hissi uyandıracak kadar dikte edildiğini görüyorsunuz ancak daha sonra hatırlıyorsunuz ki bu kötü insanlar gerçekten var oldu, bu gerçek bir hikaye.

Her ne kadar bir dram filmi olsa da sadece hüzünlenmiyor; geriliyor, sinirleniyor ve fevkalade rahatsız oluyorsunuz, bu rahatsız edici olay örgüsünü düşündükçe hatırlıyorsunuz ki bu gerçek bir hikaye.

Filme yapacağım temel eleştiri de aynı sebepten kaynaklanıyor. Konu edinilen hikaye hakkında araştırma yaptığınızda anlatılanların hemen hepsi yaşanmış ve gerçek.olsa da öyküyü temelinden zedelememekle beraber filmi dramatize etmek adına birkaç ufak detay eklenerek ya da çıkarılarak hikayenin aslından sapıldığını öğreniyor ve tüm bu yaşananlar zaten yeteri kadar dramatik, ne diye daha fazla dramatize edilmeye çalışılır ki! bu bir gerçek hikaye diyorsunuz.

Bunların yanı sıra 1928-1935 yılları arasında Los Angeles’ta meydana gelen olayların anlatıldığı bu dönem filminde kıyafetler, arabalar, evler, şehir ve diğer tüm detaylar aslına uygun bir şekilde hazırlanarak başarılı bir sanat yönetmenliği ortaya konuyor.  

Bu görsel başarının yanı sıra sinir bozucu ve rahatsız edici, yozlaşmış atmosfer de çok başarılı şekilde tasvir ediliyor. Hukukun, demokratik düzenin olgunlaşmadığı, insan haklarının uluslararası antlaşmalarla ve ulusal mevzuatla yeteri kadar güvence ve koruma altına alınmadığı, kriminal vakalara ilişkin gerekli teknolojik ve tıbbi ilerlemelerin yapılmadığı zamanlardan bir kesit sunularak bireyin devlet karşısında aciz bırakılması ve nitekim o acizliğin sonlanması adına verilen mücadele etkileyici bir şekilde aktarılıyor.

Ayrıca Clint Eastwood’un başarılı yönetmenliğinin yanı sıra filmin müziklerini de yaptığını öğrendiğinizde kendisine saygınız bir kat daha artıyor.

Son olarak filmin başrolü Angelina Jolie’nin kariyerindeki en başarılı oyunculuklarından birini sergilediğini düşünüyor ve Changeling’e 8 puan veriyorum.

Birkaç replik:

“İnsanlar mutlu sonu sever.”

"Asla kavgayı başlatan kişi olma, ama bitiren sen ol."

“Bazı insanlara göre, sorumluluk dünyadaki en ürkütücü şeydir.”

“Ne kadar akıllı rolü yaparsan yap, o kadar deli görünmeye başlarsın. Fazla gülümsüyorsan, hayalcisin ya da sinir bozukluğunu bastırıyorsun. Eğer gülümsemiyorsan, karamsarsın. Tepkisiz kalırsan, duygusal olarak içine kapanıksın. Muhtemelen katatoniksin.”

“- Düne kadar sahip olmadığım bir şeyim var artık.
 +Nedir o ?
 -Umut.”


6 Ekim 2017 Cuma

Afili Sözlük-29



Müşfik: Sevecen

"Annem müşfik aferinlerle saçımı okşadı."
- Ö.Seyfettin

3 Ekim 2017 Salı

Muhatapsız Tiratlar-9


Kötü olarak nitelendirilen insanların kafalarını yastığa koyduklarında rahatsız olduklarını sanmak, yaygın bir yanılsamadır.
Kafayı yastığa koyduğunda rahat edememe, vicdan belirtisidir.
Dünyanın en güzel uykusunu vicdansızlar çeker.

T.

2 Ekim 2017 Pazartesi

Yerküre Sahne-17 / Heat


Yönetmenliğini Michael Mann’ın yaptığı, 1995 yapımı Heat (Türkiye’de yayımlanan ismi ile Büyük Hesaplaşma) bir hırsızlık çetesi ile polis arasındaki kovalamacayı konu ediniyor.  

Polisiye ve dram türündeki yapımın senaryosu yeteri kadar derin olmasa da karakterler üzerinde oluşturulan derinlikle iyi kötü algınızla oynanıyor ve her geçen gün kurtulmak istediği hayatın her geçen gün biraz daha içine dalan insanın çelişkisi ve hüznü çarpıcı şekilde işleniyor.

Filmin bir sahnesinde bluebox teknolojisiyle üretilen, gerçeklikten uzak, suni görüntüler kullanılarak ve de vurgulanarak basiretsizce davranılmış olsa da genel anlamda filmin akışıyla uyumlu müzikleri ve bilhassa kuş bakışı çekimlerde olmak üzere etkileyici şekilde kadraj kullanımı ile görüntü ve anlatım tekniği açısından başarılı olduğu söylenebilir. Ayrıca Los Angeles’ın göbeğinde, on dakikadan uzun süren çatışma sahnesiyle sinema tarihinin en unutulmaz sahnelerinden biri ortaya konuluyor.

Ancak filmde diğer iyi işlerden ziyade açık ara cast ve oyunculuklar öne çıkıyor. Val Kilmer, Natalie Portman, Amy Brenneman gibi oyuncuların katkısının yanı sıra başrolü paylaşan Al Pacino ve Robert De Niro 50’li yaşlarındaki karizmatik halleri ve usta oyunculuklarıyla filmi büyütüyor ve ölümsüz kılıyor.  

Son olarak Heat'e 7.7 puan veriyor ve birkaç repliği not ediyorum.

“Tek başımayım, yalnız değilim.”

“Bir banka soymak, bir banka açmaktan daha büyük bir suç değildir.”

“Benim için güneş onunla doğuyor, onunla batıyor.”

1 Ekim 2017 Pazar

Bak Ne Demişler-15


“Kimine göre yalnızlık, hasta kişinin kaçışıdır; kimine göre de, hasta kişilerden kaçıştır.”
-Friedrich Nietzsche