21 Mayıs 2017 Pazar

İyi Kitaplar İyi Ki Varlar-4 / İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar

Tarih, çoğu kez bir kronik hazırlayıcısı gibi titiz bir çalışmayla gerçek olayları halkalar gibi art arda ekleyip binlerce yılı saran dev bir zincir oluşturur; her türlü heyecan ve gerilim için bir hazırlık dönemi, her gerçek olay için de bir oluşum süreci gereklidir. Bir ulusun içinden bir dâhini çıkabilmesi için milyonlarca insanın dünyaya gelmesi gerekli olmuş, gerçek bir tarihsel olayın, yani yıldızın parladığı anların oluşması için de milyonlarca saat beklemek zorunda kalınmıştır. 

Çağları aşan bir kararın bir tek takvime, bir tek saate ve çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı böylesine trajik ve yazgıyı belirleyici anlara, bireylerin yaşamında ve tarihin akışı içinde çok ender rastlanır. Ben böyle anları, ‘’insanlığın yıldızının parladığı anlar’’ diye adlandırdım; çünkü onlar, tıpkı yıldızlar gibi hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutmaktadır.

İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar, Avusturyalı yazar Stefan Zweig’in kaleme aldığı önsözdeki bu cümlelerle başlıyor ve kitapta bir insanın ya da insanlığın yazgısının değiştiği on dört kırılma noktası on dört ayrı bölümde anlatılıyor.

Romanları pek çok okur tarafından sevilen Stefan Zweig’in, tarih/biyografi türünde yazdığı bu kitabında kullandığı dil, teşbihler, betimlemeler onun ne kadar önemli bir yazar ve anlatıcı olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Okurken anlamak, sindirmek için çok kafa patlatmadığınız, daha ziyade hoşça vakit geçirebileceğiniz ve bir çırpıda okuyabileceğiniz “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar”da anlatılan tüm olaylar gayet ilgi çekici olmakla birlikte birkaç bölüm bir adım öne çıkıyor.

Bir Batılının ağzından daha önce duymaya alışık olmadığımız bir bakış açısıyla anlatılan İstanbul’un Fethi, Güney kutbunu keşfetmeye çalışan ekibin dramatik sonu, dünyada ilk kez ABD’den İngiltere’ye kadar okyanusun altından telgraf kablosu döşenmesi ve Amerika ile Avrupa arasında hızlı iletişimin sağlanması, Napolyonun İngilizlere kaybettiği ve Avrupa’nın kaderinin belirlendiği Waterloo Savaşı, büyük bestekâr Handel’in ilginç yaşam öyküsünün akılda en kalıcı olan bölümler olduğu söylenebilir.

Ancak kanımca yazarın zirveyi yakaladığı bölüm; savaş ya da ganimet elde etme gibi bir saikle değil sadece bilim için Güney Kutup Noktasını keşfe çıkan İngiliz Donanmasında kaptan olan Scott ve ekibinin, kendilerinden çok kısa bir süre önce Norveçli bir başka ekibin Güney Kutup Noktasına vardıklarını öğrendiklerinde duydukları hayal kırıklığı, ölümleriyle sonuçlanan dönüş yolu ve son günlerini yaşadığını bilen Kaptan Scott’un ardında bıraktığı mektupların okurla paylaşıldığı “Güney Kutbu İçin Savaşım” başlıklı bölümdü. Özü itibari ile zaten trajedik olan olay, Zweig’in anlatımı ile birleşince çok daha sarsıcı olmuş. Hatta anlatılanın tesiri ile kitabı bir kenara koyup bu olay hakkında birkaç tarih okuması yaptığımı da söyleyebilirim.

Şimdi birkaç alıntı;

“İspanyol sömürgecilerinin kişilik ve davranış biçimlerindeki bu anlaşılmaz çelişki bir kere daha kendini gösterir. Koyu birer Hıristiyan olan bu insanlar, bir yandan dindarlık ve inanç bütünlüğü içinde, içten gelen bir duyguyla Tanrı’ya seslenirler, öte yandan da insanlık tarihin gördüğü en rezil davranışları yine bu Tanrı adına sergilerler.”

“Barış dönemlerinin sürekli olmadığı, aklın üstün geldiği anların çok kısa olduğu, tarihsel bir gerçektir.”

“İnsanların, çağdaşları bir insanın ya da bir yapıtın büyüklüğünü ilk bakışta anladıkları pek görülmemiştir.”

“Bir yapıtı oluşturan deha, kesinlikle uzun süre gizli kalmaz. Bir sanatsal yapıt zaman içerisinde unutulabilir, yasaklanabilir ve hatta bütünüyle yok edilebilir. Ancak yaratılmasında var olan cevher, ölümsüz kalmasını sağlamayı her zaman bilmiştir.”

“Yazgı hep güçlülerden ve zorbalardan yanadır. Tek bir kişiye yıllar boyu kul köle olur. Ceaser, Büyük İskender ve Napoleon’lara olduğu gibi; çünkü o, kendisine benzeyen, ele avuca sığmaz insanları sever. Bazen yazgının kendisini tuhaf bir biçimde önemsiz birine bıraktığı da olur ve –bu, dünya tarihinin en şaşılacak ânıdır- ipler, yalnızca birkaç dakika için onun eline geçer. Fakat böylesi insanlar, kendilerini yiğitliklerle dolu bir büyük oyunun içine sokan bir sorumluluk seli içinde mutlu olmaktan çok korku duyarlar ve bu yazgı oyununun sağladığı olanaklardan yararlanarak kendilerini yüceltmek isteyenlere de rastlanır. Çünkü yücelik, böylesine önemsiz kişilere yalnızca tek bir saniye kendisini bırakır, bunu elinden kaçıranı ise asla bağışlamaz ve ikinci bir kez ona bu olanağı tanımaz.”

“Müzik, ruhun kanatlarını açar.”

“Eğer insanlık, bu büyük birliği sürekli bozmaya çalışmamış, kendisine yaşama egemen olma gücü vermiş olan araçlarla kendi kendisini yok etme çılgınlığına kapılmamış olsaydı, mekana ve zamana karşı yarışta kazandığı zaferle sonsuzca mutlu olurdu.”

“Bir kez ödün veren, bir daha bundan geri duramaz. Uzlaşılar zorunlu olarak yeni uzlaşıları beraberinde getirir. Ahlaksızlık ahlaksızlığı, şiddet de şiddeti yaratır.”

Son olarak puanım ise; 7.3