20 Haziran 2017 Salı

Afili Sözlük-17


Muhayyile: Hayal gücü

O andan itibaren muhayyilesi çalışmaya başlamıştı. -A. H. Tanpınar

Afili Sözlük-16


Lalettayin: Sıradan, gelişigüzel


“Lalettayin bir mart gününün, lalettayin bir pazartesisi...”-S. F. Abasıyanık

Yerküre Sahne-8 / Hacksaw Ridge


Mel Gibson’ın yönetmenliğini yaptığı Hacksaw Ridge (Hacksaw Tepesi); 2. Dünya Savaşında ABD ordusuna gönüllü olarak katılan ve Japonlara karşı devam eden savaş süresince öldürmeyi değil yaşatmayı gaye edinen bir vicdani retçinin hikayesini konu ediniyor.

Vicdani retçiler bilindiği gibi din, ahlak temelli çeşitli sebeplerle savaşmayı, ordularına hizmet etmeyi, askerlik yapmayı reddeden insanlardır. Filmde savaşa katılmayı, üniforma giymeyi, ülkesine hizmet etmeyi isteyen ancak sadece eline silah almayı reddeden, yani savaşa değil öldürmeye karşı olan bir insan anlatılıyor. 

Şayet daha filmin başında gerçek bir hikayenin anlatıldığı söylenmiş olmasa, bu şekilde bir vicdani retçilik tasarlayarak senaryolaştırmanın çok zorlama olduğunu söylerdim. Ancak her zaman harika bir şekilde yaptığı gibi  tarihin tozlu sayfalarında kalan ilgi çekici hikayeleri, inanılmaz insanları bulup kaliteli bir yapımda işleyerek seyirciyle buluşturan Hollywood, bu enteresan hikayeyi de filmleştirmiş. Bu tarzı ile Amerikan Sineması hem vatandaşlarına ve dünyaya kendilerini, insanlarını tanıtmış ve hatırlatmış oluyorlar hem de zaten gerçek bir hikaye anlatarak bir film için en gerekli şeylerden biri olan ‘gerçekçi bir hikaye yazmak’ sorunsalını alt ediyorlar.  

Hacksaw Ridge’de anlatılan Desmond Doss da hakikaten tanınması, hikayesi bilinmesi gereken bir adam. Sıhhiyeci olarak görev yaptığı savaş esnasında eline silah almadan 73 insanın hayatını kurtaran ve yaptıkları sebebiyle ABD tarafından şeref madalyası ile ödüllendirilen ilk vicdani retçi olarak tarihe geçen bu Amerikalıyı film sonunda yer alan gerçek görüntüleriyle de daha yakından tanımış oluyorsunuz.

Konunun cazibesi, filmin sonundaki gerçek görüntülerin yanı sıra filmi güzel kılan bir diğer husus da yapımın sinemagrofisi. Çok fazla savaş filmi izlemiş değilimdir ama Hacksaw Ridge’deki savaş sahnelerinin bu zamana kadar çekilenlerin en iyilerinden olduğunu söylemek isterim.

Travmatik çocukluk sahneleri, ABD propagandası gibi Hollywood klişeleri ile göze çarpan birkaç mantık hatasının bulunması ise filmin puanını düşüren yanları.

Filmde doğrudan göze çarpan olgulardan biri de teolojik figürlerin bolca kullanılması. Bu durum da kimileri tarafından rahatsız edici ve klişe bulunacaktır. Ancak ben dini olgularla mesaj verilmesinin, kutsal kitaplardan alıntılar yapılmasının rahatsız edici olduğunu düşünmüyor, bilakis, doğru buluyor ve diğer dinlerin, disiplinlerin mesajlarının ve öğretilerinin de edebiyat, sinema ve diğer sanat dalları ile insanlara ulaştırılması için fırsatlar yaratılması gerektiğine inanıyorum.

Nihayetinde, sanatın ve sanat eserinin en önemli neticelerinden biri; birbirini hiç tanımayan, kültürlerini, ahlaklarını, değerlerini, inançlarını bilmeyen ve belki de hiçbir zaman doğrudan karşılaşma imkanı olmayacak insanların birbirleriyle buluşmasını, tanışmasını sağlamasıdır. Öyle zannederim ki sanat, topluma ve bireye sağladığı bütün faydalar bir tarafa, sadece bu yönüyle dahi kutsaldır.

Filmde geçen ve çok beğendiğim bir repliği de not etmek isterim: "Barış zamanı evlatlar babalarını toprağa verir, savaşta ise babalar oğullarını."

Ve son olarak sıkılmadan kendini izletse ve başarılı bir yapım olsa da; -bugün itibariyle- 8.2 IMDB puanının birazcık abartı olduğunu düşünüyor ve Hacksaw Ridge’e 7.5 puan veriyorum.


7 Haziran 2017 Çarşamba

Yerküre Sahne-7 / The Fault in Our Stars


The Fault in Our Stars ya da Türkiye’de yayınlanan ismi ile Aynı Yıldızın Altında, pek çok platformda ismini duyduğum, tavsiye edilen bir filmdi. İzlenecekler listemde yer alan ancak izlemeyi hep ötelediğim filmin afişi internette gezinirken gözüme çarptı. Aslında daha önceden de bu afişi görmüştüm fakat kendisiyle Big Little Lies’da tanıştığım Shailene Woodley’nin filmin başrolünde olduğunu yeni fark ettim. Bunun üzerine tepkim, yakaladığım ilk fırsatta filmi izlemek oldu.

Kanser hastası bir kızı canlandıran Shailene, ortaya koyduğu oyunculuğu ve hatta oyunculuk yeteneğinin de ötesinde bakışı, tavırları ve duruşundaki büyü ile yine kendine hayran bıraktı.

Film de tüm yönleriyle gayet başarılıydı. Dramatik, duygusal, göz yaşartıcı olan film ajitasyon yapmıyor, bilakis acıya karşı sağlam duruş sergileyen hayatları anlatıyor. Çarpıcı diyalogları, hissettirdikleri ile de sizi kendi atmosferi içine çekiyor. 

Filmin bir kitap uyarlaması olduğunu ise bu satırlara başlamadan önce öğrendim. Filmin bu kadar başarılı diyaloglar barındırıyor olması, kitabın da çok kaliteli olduğuna işaret ediyor. Kitabını da okumak isterdim/isterim. Ancak okunacak onlarca şey varken, bildiğim bir hikayeyi okumaya fırsat bulabilir miyim, bilmiyorum. Bittabi, hemen hemen her uyarlamada geçerli olduğu gibi, izlemeyenlere önce kitabı, sonra filmi tavsiye ederim.

Son olarak Aynı Yıldızın Altında; içinde yer yer klasik Hollywood esintileri barındırsa ve ilk bakışta gençlik filmi gibi gözükse de, her yaştan izleyicinin izleyebileceği, bam teline dokunan, aynı yerküreyi paylaştığımız insanların acılarını anlamaya, empati yapmaya vesile olan, bu acıları zaten yaşayanlar için ise çok daha vurucu olan bir yapıt olarak karşınıza çıkıyor.

Unutulmaz replikler:

“-Okay?
+Okay.”

“Sayılı günlerle bana sonsuzluğu verdin.”

“Bu dünyada ne kadar incineceğinizi seçemiyorsunuz, ama kim tarafından incineceğinizi seçebiliyorsunuz ve ben seçimlerimi sevdim.”

“Gökkuşağını istiyorsan yağmura katlanmalısın.”

“Acı hissedilmek ister.”

“Depresyon kanserin yan etkisi değildir. Ölüyor olmanın yan etkisidir. Bana da olan buydu.”

“Kanserden ölmekten daha kötü tek şey, kanserden ölen bir çocuğunuzun olması.”

“Kalbimi senin kırman benim için bir ayrıcalık olur.”

“Bazı sonsuzluklar diğerlerinden daha büyüktür.”

Puanım ise: 7,7

6 Haziran 2017 Salı

Afili Sözlük-15



Zaviye: Anlayış, görüş, bakış açısı

"Herkes etrafındakilere hususi bir zaviyeden, sırf kendi görüşüyle bakıyor."-H.C.Yalçın

Afili Sözlük-14


Fermanferma: Hüküm süren, emir veren

"İkimizin arasından da saatin ve zamanın hayattaki fermanferma, insanüstü rolünü ilk anlayan ve takdir eden o'dur."-A.H.Tanpınar/Saatleri Ayarlama Enstitüsü

İyi Kitaplar İyi Ki Varlar-5 / Saatleri Ayarlama Enstitüsü



Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kaleme aldığı, ilk baskısını 1961 yılında yapmış olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü henüz okudum.

Türk Edebiyatının en başarılı eserlerinden biri olan bu romanı özel kılan birkaç unsur var. 


Öncelikle eser; cumhuriyetin ilk yıllarında doğu ve batı kültürü arasında kalan toplumumuzu anlatan, bir dönem kitabı olmasına rağmen; kapitalist sistem sömürüsü, menfaat ilişkilerinin topluma etkisi, insanların kimi yalanlara inanmada ki ısrarı, toplumun uydurulmuş gerçekliklere bağlılığında ortaya koyduğu dirayet, bürokrasideki tuhaflıklar gibi çeşitli konular işlenmek suretiyle evrensellik ve ölümsüzlüğü yakalamış.

Birkaç örnek daha verilecek olursa; sağlıklı insana bilimi de işin içine alet ederek zorla hastalık yakıştırılması, kötü sesli birinin yeni tarzda şarkı söylüyor diyerek ‘sanatçı’ adı altında topluma kakalanması, hiçbir iş yapmadan, çalışmadan ofislerde oturularak para kazanılması, maddi açıdan doyan insanın manevi değerlerinin zir-ü zeber olması…


Bize bu kadar yakın, bu kadar bizden olan meselelerin bundan yaklaşık altmış sene önce yazılan bir eserde işlenmiş olması; Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün ne kadar da zaman üstü bir yapıt olduğunu gözler önüne seriyor.


Kitap hakkında konuşan, yazan pek çok insanın; bu kitabın filmi yapılmalıymış dediğini gördüm. Aynı hissiyatı taşımamak elde değil. Yeşilçam’ın bu hikayeyi kaçırmış olması oldukça şaşırtıcı. Ancak hala geç değil. Doğru yönetmen ve doğru oyuncularla bu hikayenin filmi çekilirse tadından yenmez.


Seçilen konular, verilen mesajlarla beraber benimsenen üslup da oldukça çarpıcı. Çünkü konu edinilen kokuşmuşlukları, sert bir dille eleştirmek, tariz etmek, hicvetmek yerine; ironilerle, mecazlarla, kinayelerle anlatmak tercih edilmiş. Bu; yer yer güldüren, eğlenceli, şaşırtıcı üslup da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ne kadar büyük bir yazar olduğunu ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ı kendi dilinden okuyabilmenin okuyucu için ne büyük bir şans olduğunu ortaya koyuyor.


Bununla birlikte, romanda bolca eski sözcük bulunmakta. Hikayenin sizi içine çekmesine ya da kitabı anlamanıza engel olmayan bu afili sözcükler de özellikle bu sözcükleri duymayı, okumayı, hayatına katmayı sevenlere bir hediye gibi romanın sayfalarına yerleştirilmiş, okuyucunun dünyasına girmeyi bekliyor.


Şimdi pek çok özlü sözün, aforizmanın bulunduğu kitaptan alıntıları not edelim:


“Dinlemesini biliyorsun, ki bu mühim bir meziyettir. Hiçbir şeye yaramasa bile insanın boşluğunu örter, kaşısındakiyle aynı seviyeye çıkarır.”


“Ebedi hayata kavuşmak, namütenahi hazlar ve kudretler elde etmek için tesadüfün kendisine verdiği nimetleri istihkar eden, onları doğru dürüst yaşamayan bir adamdı. O büyük bir ruh ve idealistti. Hayatta 'hep'i elde etmek için 'hiç'in kısır çölünde yaşamayı tercih etmişti."


“Ben hiçbir zaman hak diye kendime ait bir şeye inanmadım. Bütün mazlum doğmuşlar gibi başıma gelen talihsizliğin neresinden ve ne pahasına kurtulursam kâr sayardım.”


“Dostum, işler bizden sonra dünyaya gelmişlerdir. İşleri onları görecek adamlar icat eder. Biz de bunu icat ettik. Bunu bizden evvel kimsenin düşünmemesi veya başka şekilde düşünmüş olması müsbet olmasına mâni midir, sanıyorsunuz?”


“Bazen düşünürüm, ne kadar garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?”


"Saatin kendisi meķân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır. Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!"


“Modern hayat, ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder.”


“İnsanların saadet anlayışları da gariptir. Kitaplara bakarsınız, kendilerini dinlersiniz, insanoğlunun esas vasfı aklıdır. Onun sayesinde diğer hayvanlardan ayrılır. Beylik sözüyle, hayata hükmeder. Fakat kendi hayatlarına teker teker bakarsanız bu yapıcı unsurun zerre kadar müdahalesini göremezsiniz. Bütün telakkileri, hususi bağlanışları hep bu aklın varlığını yalanlar.”


“Fakat neyi aldatabilirdim, kime anlatabilirdim? İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbirleriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.”


“Vakıa, meslek, iş, kazanç düşünmüyordum. Fakat gün ve zaman denen bir şey vardı ortada. Onu harcamak lazımdı.”


“Mektep gençlik için daima ehemmiyetlidir. Her şeyden sarfınazar o yaşlarda ömrün en azaplı meselesi olan ‘Ne olacağım?’ sualini geciktirir. Bırakın ki vaktinde yetişir, sonuna kadar sabreder, aktarmaları tam yaparsanız, içindekini behemehal bir yere götüren trenlere benzer.”


“Sabır, insanoğlunun tek kalesidir."


“Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz.”


“En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.”


“Hayat kelimesi ile çalışma kelimesi arasında kafamda hiçbir münasebet kalmamıştı.
Hayat benim için iki eli cebinde uydurulan bir masaldı.”


“Hiç boks maçına gitmediniz mi? İlk önce bakamayız bile! Sonra birdenbire heyecanlanırız, bir tarafı tutarız. Bir an evvel, kâfi derecede kuvvetli olmamasına kızarız, haykırırız. Haydi! deriz, daha kuvvetli! Daha müthiş, deriz ve öyle olmadığı için üzülürüz. Fakat hangimiz o esnada o adamın yerinde bulunmayı isteriz? Hiçbirimiz, değil mi? Bunlar da öyle işte… Mücadeleyi bizim tarafımızdan seyrettiler. Ve bizi alkışladılar. O anda çok samimî idiler. Fakat şimdi siz, “ringe buyurun!” deyince iş değişti. Burada kendi menfaatleri, kendi emniyetleri var!”


“İş insanı temizliyor, güzelleştiriyor, kendisi yapıyor, etrafıyla arasında bir yığın münasebet kuruyordu. Fakat iş aynı zamanda insanı zaptediyordu. Ne kadar abes ve mânâsız olursa olsun bir işin mesuliyetini alan ve benimseyen adam, ister istemez onun dairesinden çıkmıyor, onun mahpusu oluyordu. İnsan kaderinin ve tarihin büyük sırrı burada idi.”


“Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde… Fakat daima ödersiniz… Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz.”


“Düşünmeğe vaktim vardı. Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer...Ben zamana, kendi zamanıma çelme atmakla yaşıyordum.”


Puanım ise: 8