Popüler
kültüre karşı her zaman çekimser yaklaştığımdan, kaliteli olsa bile popüler olan bir yapımın radarıma girmesi biraz zaman alıyor. Sanırım Breaking
Bad’i izlemekte de bu yüzden bu kadar geç kaldım.
Ki
ayrıca, bazı eserlerle de çok erken tanışmış olmanın pişmanlığını duyuyorum.
Herkesin bir eserden, aynı şeyi anlaması nasıl mümkün değilse; herkesin bir
eserden, hayatının her döneminde aynı şeyi anlaması da mümkün değil. Gerekli
olgunluğa erişilmeden tanışılan bir eser; fayda umarken zarar verebilir, muhteviyatındaki
efsun buhar olabilir ya da Alâaddin’in sihirli lambasından çıkan cinden dilek
dileme hakkınız heba olabilir. Dolayısı ile, bu zaviyeden bakıldığında bazı
eserlerle tanışmakta geç kalmanız hayrınıza olabilir.
Söylediğim
gibi, dünyanın en iyi dizilerinden biri kabul edilen Breaking Bad’i henüz bitirdim.
Pişman değilim. Üzerine kelam edilebilecek çok şey olduğundan, ne söyleyeceğimi
seçmek bir hayli güç. Ancak, en azından, yıllar sonra da okumaya değer birkaç
cümle yazmayı denemek isterim.
Öncelikle,
biliyoruz ki dizi işi, zor iştir. Uzun solukludur. İzleyiciyi sadece iki saat
değil, yıllarca ve her hafta çekmek icap eder. Senaryodaki hafif bozulmalar,
saçma oyunculuklar bir iki hafta da koca bir işi batırabilir ve nihayetinde sonlanmasına
sebep olabilir. Bu yüzden, ortaya koyduğunuz işte standardın olması şarttır. Breaking
Bad’deki olay da tam olarak budur: Bir dizi için istenen standartların hemen
hemen hepsinde mükemmele yakın bir seviye yakalanmış.
Senin
için standart nedir diye sorulacak olursa; tek cümle ile, benim için gerçeklik
her şeydir, diyebilirim. Bunun içine senaryodaki gerçeklik, oyunculuktaki
gerçeklik, dildeki gerçeklik, gösterimi yapılan teknolojideki gerçeklik ve dahasını
katabiliriz.
Bu
sebepledir ki, yaşanmış bir hikayeyi konu edinen yapımları çok severim. Mefhumu
muhalifi ile de söyleyecek olursam; göz kanatan aksiyondan ve fantastik
saçmalıklardan hiç haz etmem. Bilim kurguya da ön yargılıyımdır. Bir bilim
kurgu filminde hali hazırda mevcut olmayan, sadece hayalden ibaret olan bir
teknoloji gösterimi beni rahatsız etmez. Ama en azından teknolojinin, -çok
düşük ihtimalli de olsa- gerçeklenebileceğinin izahını ve kurgunun tutarlılık göstermesini
isterim.
Tekrar
Breaking Bad’e dönecek olursak; diziyi izlerken, birkaç abartılı sahneyle
karşılaşmış olsam da mükemmele yakın gerçekliği bulduğumu söyleyebilirim.
Kurgusu, senaryosu ve olay örgüsündeki inandırıcılık benzerine az rastlanacak
cinstendi.
Oyunculuktan
da bahsetmeden olmaz. Gayet tabii, bu husus da doğrudan gerçeklikle ilgili. Breaking
Bad’i izlediğinizde, oyuncuların dizideki karakterlerden farklı insanlar olabileceğini,
set dışında başka bir hayatları olduğunu düşünmüyorsunuz. Duyguların aktarımı,
jest ve mimikler, tavırlar ve gereken daha ne varsa, hepsi çok etkileyici
seviyedeydi.
Zaten, kadroda sadece parlak bir iki karakterin değil, onlarca nev-i şahsına
münhasır karakterin olması her işi büyülü kılar. Breaking Bad’de de bu büyünün
yakalandığını daha birkaç bölüm izlediğinizde anlayabiliyorsunuz.
Ayrıca
bir dizinin sizi kendisine çekip, hapsettiğinin en sarih görünümü duygu
değişikliklerine verdiğiniz tepkilerdir. Eğer babaanneler gibi günlük yayın
yapan dizilerde bile ağlayıp, heyecanlananlardan değilseniz; ruh hali
grafiğiniz (varsa tabi öyle bir şey) öyle kolay kolay zikzaklar çizmez. Sadece
iyi yapımlarda görülen bu duygu geçişleri, tabi ki Breaking Bad’de de mevcuttu.
Bir bölümde duygulanırken, bir bölümde gerilebiliyor, bir sahnede kahkaha
atarken, bir sahnede kendinizi diziden kopmuş, içiniz kararmış şekilde uzaklara dalmışken bulabiliyorsunuz.
Ve son olarak, diziyi özel kılan şey ise, sanırım verdiği mesaj. Verdiği mesajı özel kılan şey
de belirsizliği, her izleyicinin kendi yorumuyla farklı bir çıkarımda bulunabilecek
olması. Çünkü mesaj; kolayca ifade edilebilecek basit bir cümleden ibaret
değil. Mesaj; bir felsefe, bir ruh, belki de bir paradoks. Mesaj; cevabı
verilmesi güç sorular zinciri.
İnsan,
neden kötü olur? İnsan, nasıl kötü olur? Kötülük sübjektif midir? Objektif bir
kötülük tanımı var mıdır? Kötülüğün, kötülük sayılmadığı haller var mıdır?
İnsan, kimin için yaşar? Suç nedir? Suç ve suç olmayanın arasındaki sınırı kim
çizer? Suç mekana ve zamana göre değişir mi? Suç sübjektif midir? Sübjektif
olan adil olabilir mi?... gibi onlarca soru, dizi bittiğinde sizde kalanlar oluyor.
Şimdi unutulmaz birkaç replik;
“Ben tehlikede
değilim Skyler, tehlike benim! Adamın biri çalan kapıyı açınca vuruluyor ve sen
benim o adam olduğumu mu sanıyorsun? Hayır! Ben kapıyı çalanım! / I am not in
danger, Skyler. I am the danger. A guy opens his door and gets shot, and you
think that of me? No! I am the one who knocks!”
“Jesse
James’i vurmuş olman, seni Jesse James yapmaz. / Just because you shot Jesse
James, don’t make you Jesse James.”
“Benimle dövüşün ve geberin! / Fight me and
die!”
“Umarım onun ölümü sizi tatmin edebilir. / May
his death satisfy you”
“Aile her
şeydir. / La familia es todo.”
“Adımı söyle.
/ Say my name.”
“Çeneni kapat
da huzur için öleyim. / Shut the fuck up and let me die in peace.”
Ve
puanım; 9