25 Eylül 2017 Pazartesi

Yerküre Sahne-15 / Seven


Polisiye, drama, gerilim türünün en iyilerinden olan 1995 yapımı Seven, iki cinayet masası dedektifinin, Hıristiyanlık’ın 7 büyük günahını işleyenleri vahşice öldüren bir seri katili yakalama hikayesini konu ediniyor.

David Fincher’ın yönettiği filmin neredeyse tamamı az ışıklı, karanlık ve bol yağmurlu mekânlarda geçiyor. Kullanılan ışık teknikleri ve seçilen mekânlar ile oluşturulan kasvetli ve depresif atmosfer, yapıtın trajedisini ve gerilimini iliklerinize kadar hissetmeniz için gerekli ortamı hazırlıyor.

Genç, hırslı, mücadeleci dedektif rolüne hayat veren Brad Pitt, sergilediği oyunculukla sadece yakışıklı olduğu için bugün ulaştığı konuma gelmediğini gösteriyor. Bilge, ancak yorulmuş ve bıkmış dedektifi oynayan bir diğer başrol Morgan Freeman da mükemmel bir oyunculuk sergiliyor.

Andrew Kevin Walker tarafından kaleme alınan senaryo, günahkârları cezalandıran bir katil üzerine tasarlandığı için dini motifler, imgeler film boyunca ön planda yer alıyor. Hikayede klasik polisiye eserlerden farklı olarak, katil olma ihtimali olan karakterler gösterilerek seyircinin tahminde bulunması istenmiyor. Her detay dedektiflerle beraber adım adım ilerledikçe anlaşılıyor ve ilmek ilmek işlenen olay örgüsü sıra dışı bir final ile taçlanıyor. Ancak küçük bir eleştiri yapmak gerekirse, çok iyi kurgulanmış olmakla beraber birkaç tesadüfi unsurun hikayenin akışını etkilemesinin senaryoyu kusursuzluktan uzaklaştırdığı söylenebilir.

Seven’ı izlediğinizde sizi ilk anda etkileyen; mükemmel oyunculuklar, özgün senaryosu ve yönetmenin dokunuşları ile ortaya çıkan görsel başarılar olsa da hep gözler önünde olan ama filmin diğer büyük işlerinin arkasında kalan ve gözden kaçan sağlam bir mesajı var. Ki Seven, diğer iyi yanlarına ilaveten, üzerine düşünmeniz ve çıkarımlarda bulunmanız gereken, toplumsal eleştiri mahiyetindeki bu mesajı ile ölümsüzlüğü yakalıyor.

Toplumun ahlaka, insani değerlere duyarsız hale gelmesi, günahın, yanlışın, suçun sıradanlaşmasına itiraz ediliyor. Bu itiraz birkaç farklı perspektiften ele alınıyor. Dahası bu yozlaşmış hale karşı ne umursamazca davranmanın, ne sansasyon yaratmanın ne de safiyane bir anlayışla mücadele etmenin doğru ve yeterli bir çözüm olmaktan çok uzakta olduğu gözler önüne seriliyor.

Film üzerine biraz düşündüğünüzde kafanızda onlarca soru oluşuyor. Yozlaşmış, değerlerini kaybetmiş insanlarla ya da toplumla nasıl mücadele edilir? Görmezden gelerek mi? Duyarsızlık, duyarsızlığa nasıl bir çözüm olur?

Kendi adaletimizi sağlayarak mı? Suç işleyerek suçla nasıl mücadele edilir?

Her problemin ortadan kaldırılabileceğine inanıp toz pembe yaşayarak mı? Sorunların çözümü için çabalayıp, Don Kişot’tan farkı olmadığını anladığında ne hisseder insan?

İşte sosyal bilimler böyledir. Sorun bellidir. Sorunların çözümü için sorulacak soru çoktur. Cevapların sayısı ise daha çoktur. Ve maalesef hiçbir cevap da tam olarak doğru değildir. Hepsi güdüktür. Matematik ya da mühendislik gibi değildir, 1 0 1 0 mantığı işlemez.

Örneğin, hepimiz adaletsizlikten rahatsız oluruz. Ancak hepimizin adalet tanımı farklıdır. Somut bir vaka karşısında sayımız adedince adilane çözüm çıkar. Bu sorun sadece ulusal bir sorun da değildir. Uluslararası toplum için de girift bir konudur. Bir ülkede suç olan eylem bir başka ülkede suç olmayabilir. Bir ülkede suç olan eylem bir başka ülkede suç olsa dahi öngörülen cezalar aynı olmayabilir. Onun da ötesinde bir ülkede suç olan eylem, aynı ülkede kırk yıl önce ya da kırk yıl sonra suç olmayabilir. Öyleyse zamana, mekâna, insana göre değişen adalet ne kadar adil olur?

Peki bu cevapsız sorular sadece adalet ve hukuk söz konusu olduğunda mı sorulur? Ahlak ölçüleri, toplumsal değer yargıları, özgürlükler, haklar, fırsatlar, ekonomi, kültür dünyanın her yerinde ve her zaman aynı mıdır? 

Hasılı sorun çoktur. Soru çoktur. Cevap çoktur. Tek bir doğru cevap ise yoktur.

İşte bu cevapsızlık hali pek çok yazarın, yönetmenin, senaristin ilgisini çekmiştir. Bazen doğrudan soruları sorar, bazen sormanızı sağlarlar. Bazen de Walker ve Fincher’ın yaptığı gibi  pek çok sorunun cevabı olmadığını anlamanızı sağlarlar.

Son olarak hikayesi, sinematografisi, oyunculuğu ve mesajı ile etkileyici bir yapım olan Seven’a 8.2 puan veriyor ve birkaç repliği not ediyorum:

“İnsanların dikkatini çekmek için onların omuzlarına dokunmanız artık yeterli değil. Onlara bir balyozla vurmanız gerekiyor.”

“Ernest Hemingway, ‘Dünya güzel bir yer ve de uğruna savaşmaya değer’ demiş. Ben cümlenin ikinci yarısına katılıyorum.” 


“Kadınlara tecavüze karşı ilk öğretilen şey, yardım için bağırmamalarıdır. ‘İmdat!’ diye bağır, kimse gelmez. Ama ‘yangın var!’ de, koşa koşa gelirler.”