
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kaleme aldığı, ilk baskısını 1961 yılında yapmış olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü henüz okudum.
Türk Edebiyatının en başarılı eserlerinden biri olan bu romanı özel kılan birkaç unsur var.
Öncelikle eser; cumhuriyetin ilk yıllarında doğu ve batı kültürü arasında kalan toplumumuzu anlatan, bir dönem kitabı olmasına rağmen; kapitalist sistem sömürüsü, menfaat ilişkilerinin topluma etkisi, insanların kimi yalanlara inanmada ki ısrarı, toplumun uydurulmuş gerçekliklere bağlılığında ortaya koyduğu dirayet, bürokrasideki tuhaflıklar gibi çeşitli konular işlenmek suretiyle evrensellik ve ölümsüzlüğü yakalamış.
Birkaç örnek daha verilecek olursa; sağlıklı insana bilimi de işin içine alet ederek zorla hastalık yakıştırılması, kötü sesli birinin yeni tarzda şarkı söylüyor diyerek ‘sanatçı’ adı altında topluma kakalanması, hiçbir iş yapmadan, çalışmadan ofislerde oturularak para kazanılması, maddi açıdan doyan insanın manevi değerlerinin zir-ü zeber olması…
Bize bu kadar yakın, bu kadar bizden olan meselelerin bundan yaklaşık altmış sene önce yazılan bir eserde işlenmiş olması; Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün ne kadar da zaman üstü bir yapıt olduğunu gözler önüne seriyor.
Kitap hakkında konuşan, yazan pek çok insanın; bu kitabın filmi yapılmalıymış dediğini gördüm. Aynı hissiyatı taşımamak elde değil. Yeşilçam’ın bu hikayeyi kaçırmış olması oldukça şaşırtıcı. Ancak hala geç değil. Doğru yönetmen ve doğru oyuncularla bu hikayenin filmi çekilirse tadından yenmez.
Seçilen konular, verilen mesajlarla beraber benimsenen üslup da oldukça çarpıcı. Çünkü konu edinilen kokuşmuşlukları, sert bir dille eleştirmek, tariz etmek, hicvetmek yerine; ironilerle, mecazlarla, kinayelerle anlatmak tercih edilmiş. Bu; yer yer güldüren, eğlenceli, şaşırtıcı üslup da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ne kadar büyük bir yazar olduğunu ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ı kendi dilinden okuyabilmenin okuyucu için ne büyük bir şans olduğunu ortaya koyuyor.
Bununla birlikte, romanda bolca eski sözcük bulunmakta. Hikayenin sizi içine çekmesine ya da kitabı anlamanıza engel olmayan bu afili sözcükler de özellikle bu sözcükleri duymayı, okumayı, hayatına katmayı sevenlere bir hediye gibi romanın sayfalarına yerleştirilmiş, okuyucunun dünyasına girmeyi bekliyor.
Şimdi pek çok özlü sözün, aforizmanın bulunduğu kitaptan alıntıları not edelim:
“Dinlemesini biliyorsun, ki bu mühim bir meziyettir. Hiçbir şeye yaramasa bile insanın boşluğunu örter, kaşısındakiyle aynı seviyeye çıkarır.”
“Ebedi hayata kavuşmak, namütenahi hazlar ve kudretler elde etmek için tesadüfün kendisine verdiği nimetleri istihkar eden, onları doğru dürüst yaşamayan bir adamdı. O büyük bir ruh ve idealistti. Hayatta 'hep'i elde etmek için 'hiç'in kısır çölünde yaşamayı tercih etmişti."
“Ben hiçbir zaman hak diye kendime ait bir şeye inanmadım. Bütün mazlum doğmuşlar gibi başıma gelen talihsizliğin neresinden ve ne pahasına kurtulursam kâr sayardım.”
“Dostum, işler bizden sonra dünyaya gelmişlerdir. İşleri onları görecek adamlar icat eder. Biz de bunu icat ettik. Bunu bizden evvel kimsenin düşünmemesi veya başka şekilde düşünmüş olması müsbet olmasına mâni midir, sanıyorsunuz?”
“Bazen düşünürüm, ne kadar garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?”
"Saatin kendisi meķân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır. Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!"
“Modern hayat, ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder.”
“İnsanların saadet anlayışları da gariptir. Kitaplara bakarsınız, kendilerini dinlersiniz, insanoğlunun esas vasfı aklıdır. Onun sayesinde diğer hayvanlardan ayrılır. Beylik sözüyle, hayata hükmeder. Fakat kendi hayatlarına teker teker bakarsanız bu yapıcı unsurun zerre kadar müdahalesini göremezsiniz. Bütün telakkileri, hususi bağlanışları hep bu aklın varlığını yalanlar.”
“Fakat neyi aldatabilirdim, kime anlatabilirdim? İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbirleriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.”
“Vakıa, meslek, iş, kazanç düşünmüyordum. Fakat gün ve zaman denen bir şey vardı ortada. Onu harcamak lazımdı.”
“Mektep gençlik için daima ehemmiyetlidir. Her şeyden sarfınazar o yaşlarda ömrün en azaplı meselesi olan ‘Ne olacağım?’ sualini geciktirir. Bırakın ki vaktinde yetişir, sonuna kadar sabreder, aktarmaları tam yaparsanız, içindekini behemehal bir yere götüren trenlere benzer.”
“Sabır, insanoğlunun tek kalesidir."
“Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz.”
“En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.”
“Hayat kelimesi ile çalışma kelimesi arasında kafamda hiçbir münasebet kalmamıştı.
Hayat benim için iki eli cebinde uydurulan bir masaldı.”
“Hiç boks maçına gitmediniz mi? İlk önce bakamayız bile! Sonra birdenbire heyecanlanırız, bir tarafı tutarız. Bir an evvel, kâfi derecede kuvvetli olmamasına kızarız, haykırırız. Haydi! deriz, daha kuvvetli! Daha müthiş, deriz ve öyle olmadığı için üzülürüz. Fakat hangimiz o esnada o adamın yerinde bulunmayı isteriz? Hiçbirimiz, değil mi? Bunlar da öyle işte… Mücadeleyi bizim tarafımızdan seyrettiler. Ve bizi alkışladılar. O anda çok samimî idiler. Fakat şimdi siz, “ringe buyurun!” deyince iş değişti. Burada kendi menfaatleri, kendi emniyetleri var!”
“İş insanı temizliyor, güzelleştiriyor, kendisi yapıyor, etrafıyla arasında bir yığın münasebet kuruyordu. Fakat iş aynı zamanda insanı zaptediyordu. Ne kadar abes ve mânâsız olursa olsun bir işin mesuliyetini alan ve benimseyen adam, ister istemez onun dairesinden çıkmıyor, onun mahpusu oluyordu. İnsan kaderinin ve tarihin büyük sırrı burada idi.”
“Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde… Fakat daima ödersiniz… Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz.”
“Düşünmeğe vaktim vardı. Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer...Ben zamana, kendi zamanıma çelme atmakla yaşıyordum.”
Puanım ise: 8